Sanma ey hace ki senden zer ü sim isterler
‘‘Yevme la-yenfe’u’da kalb-i selim isterler.
Bağdatlı Ruhi’nin dillerden düşmeyen beyitlerinden birisi de şöyledir:
Sanma ey hace ki senden zer ü sim isterler
‘‘Yevme la-yenfe’u’da kalb-i selim isterler.
(Zannetme ki yarın kıyamet gününde senden altın ve gümüş isteyecekler;
mal ve evladın fayda vermediği o gün de senden arınmış bir kalp isteyecekler.)
İslam inancına göre dünya fanidir. Her gelenin gittiği menzile, bir duraktır dünya sadece. Bu konak yerinde herkes kendi azığını hazırlar ve kıyametin ilan edileceği ‘Sur’a üflenmesiyle de bu istirahat yerinden ayrılır, ötelere gider. Bu fani âlemde yaptıklarından hesaba çekilecektir tüm insanoğlu. Kimsenin kimseye faydasının dokunmayacağı o hesap gününde, kimseden mal-mülk, para-pul, şan-şöhret, itibar-makam değil, kalb-i selim istenecektir.
Kalb-i selim, ‘‘İçinde dünya sevgisine yer olmayan gönül’’ demektir. Eğer gönülde dünya nimetlerinin sevgisi varsa muhabbetu’llah (Allah sevgisi) oradan uzaklaşır. Dolayısıyla gönlümüzü, para-pul, makam-mevki hırsı yerine Allah aşkıyla doldurabilmenin yollarını aramamız gerekiyor.
Dünya nimetlerini amaç değil de araç edinmek gerekir ki Mevlana’nın şu değerli beyitinin hikmeti anlaşılabilsin.
Ab der-keşti helak-i keşt-i est
Ab ender zir-i keşt-i püşti est
(Su geminin içine girerse batırır, altında bulunursa onu yüzdürür.)
Buradaki su ‘mal-mülk, makam-mevki vb.’, gemi ise insanı temsil ediyor. Gemi için su ne ise insan için de eşya odur. Lakin mal-mülk, makam-mevki sevgisi içimize işlerse, araç olmaktan çıkıp amaç olursa, tıpkı geminin su alarak batması gibi dünya sevgisi kalbimizi işgal eder ve gönlümüz batar ve madde âleminde ruhumuzu kendi ellerimizle boğarız.
Eğer bizlere rızık olarak verilen her şeyi Hak yolunda kullanırsak, tıpkı suyun gemiyi üzerinde taşıması gibi araçlarda bizi manevi âlemde üzerinde taşıyan bir binek olur.
Oysa zaman o kadar değişti ki insanlar hiç ölmeyecekmişçesine paraya pula, makama mevkie sonsuz bir hırsla sarılıyorlar. Aldanıyorlar. Bu dünya kimsenin değildir. Herkes vakti kadar yaşar… Takdir edilen ömürden başka, bir saniye bile mühlet verilmez kimseye. Ölüm haktır, herkes mutlaka onu yaşayacaktır…
Bu dünya için bu kadar telaşa, hırsa, enaniyete (bencillik), kibre… Nice menfi (olumsuz) duyguya gerek yoktur. Biz olabilmek yolunda benlik davasından vazgeçmek gerekir. Bunun için de kibri bırak artık, ey âdem-i fani…
Bu dünya aşkının, benlik davasının en büyük sorumlularından biri kibirdir. Oysa insan, ne yaparsa yapsın ölecektir. Bununla ilgili şair ne güzel demiş:
Âhır yine hâk olur bu tenler,
Bilmem neye kibreder edenler.
(Sonunda bu bedenler yine toprak olacaktır. Fakat bilmem ki kendini beğenip üstün görenler neden kibir eder?)
Ezcümle, dünyayı gözlerine sürenler, gerçek güzellikleri asla göremez. Eğer maksad, dünyayı yol eyleyip Hakka gitmekse sırtımıza bunca yükü almaya değer mi? Bunca yükle huzur-u kibriya’ya nasıl varılır? Hiç mi akıl etmez insanoğlu, hiç mi düşünmez? Her şey bir gün aslına dönecek.
Hulasa, bu görünen âlemde kalb-i selim olmak, gerçek zenginliğin anahtarıdır. Zira gelip geçici olana meyl etmek fakirliktir.
Şairin diliyle bitirelim,
“Eğerçi hane-i pür-nakşdır saray-ı cihan
Veli kitabeleri “Küllü men aleyha fan”
(Dünya, sayısız nimetlerle dolu bir saraydır. Lakin kitabesinde, ‘yeryüzünde bulunan her şey fanidir’ yazar.)
Geç git gözlerimden ey dünya, geç git ki ardındaki âlemi göreyim…
Özgür Gez
Konya Şehir Koleji
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni